#MainMenu { width:100%; height:33px; background: url('http://www.fileden.com/files/2007/6/19/1190933/bmid_038.gif'); margin:0; border:0px none; } #tab { margin:0; top:0; } #tab ul { margin:0; padding:0; list-style:none; float:left; } #tab li { display:inline; float:left; margin:0 0 0 0 ; padding:0; } #tab a { background:#000000 url('http://www.fileden.com/files/2007/6/19/1190933/bright_038.gif') no-repeat right top; margin:0; padding:0; text-decoration:none; border:0px none; display:block; float:left } #tab a span { display:block; background:url('http://www.fileden.com/files/2007/6/19/1190933/bleft_038.gif') no-repeat left top; font-family:Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:11; color:#FFFFFF; font-weight:bold; line-height:33px; padding-left:15px; padding-right:30px; padding-top:0; padding-bottom:0 } #tab a:hover, #tab li.item_active a { background-position:right bottom; border-color:#000000; } #tab a:hover span, #tab li.item_active a span { background-position:left bottom; color:#FFFFFF; font-weight:bold; font-style:normal; text-decoration:none; } .dropmenudiv { position:absolute; top:0; float:left; display:block; visibility:hidden; border:0px solid #330066; background: url('http://www.fileden.com/files/2007/6/19/1190933/bmid_038.gif'); color:#FFFFFF; z-index:100; text-decoration:none; padding:0 } .dropmenudiv ul { margin:0; padding:0; list-style:none; } .dropmenudiv li { display:inline; margin:0; padding:0; } .dropmenudiv a:link, .dropmenudiv a:visited { width:180px; margin:0 ; padding:0; display:block; border:0px solid #000000; color:#FFFFFF; background:url('http://www.fileden.com/files/2007/6/19/1190933/bleft_038.gif') no-repeat left top; font-weight:bold; font-style:normal; text-decoration:none } .dropmenudiv a span { float:left; display:block; line-height:33px; background:url('http://www.fileden.com/files/2007/6/19/1190933/bright_038.gif') no-repeat right top; font-family:Arial, Helvetica, sans-serif; font-size:11; color:#FFFFFF; padding-left:15px; padding-right:30px; padding-top:0; padding-bottom:0 } .dropmenudiv a span { float:none; } .dropmenudiv a:hover { border:0px solid #000000; background-position: left bottom; font-weight:bold; font-style:normal; text-decoration:none; color:#FFFFFF } .dropmenudiv a:hover span { background-position:right bottom; color:#FFFFFF; font-weight:bold; }
   
  OYUN PORTALIMIZA HOŞGELDİNİZ
  OYUN İNCELEMELERİ
 
FLATOUT ULTİMEGA CARNAGE

Flatout Ultimate Carnage uzun zaman önce duyurulmuştu fakat piyasa çıkma süreci biraz sancılı oldu. Durmadan yapılan ertelemeler oyunun çıkmasını uzun süre beklememize sebep oldu. Peki beklediğimize değdi mi?



Flatout türünde farklı bir oyun olarak çıkmıştı 2004 yılında. Daha sonra Flatout 2 geldi ve şimdi serinin son oyunu Flatout Ultimate Carnage karşımızda. Bize sadece birinciliğin yetmeyeceğini, rakiplerimizle de tek tek savaşmamız gerektiğini gösteren ve ‘vur, kır, parçala…’ zihniyetini de yarışma duygularımızla başarılı bir şekilde sentezleyen ‘Flatout çılgınlığı’ aynı zamanda eğlencenin yanında grafik kalitesi ve oynanabilirlikle aklımızı başımızdan almaya kararlı.

Bu serinin müzikleri hep güzeldi ve bu oyunda da öyle. Daha çok ‘rock’ tarzı müziklerden oluşan parçalar oyunla uyum halinde. ‘Flatout Mode’, ‘Carnage Mode’, ‘Live’, ‘Single Events’ ve ‘Party Mode’ dan oluşan 5 farklı mod var. Oyun bu açıdan zengin ve bu nedenle oyundan sıkılmamız biraz zorlaşıyor.


‘Flatout Mode’

İlk olarak önümüze sunulan 3 araçtan birisini seçiyoruz ve kariyerimize burada başlıyoruz. Yarışlarda başarı sağladıkça para kazanıyoruz, kazandığımız paralarla istersek elimizde bulunan aracı geliştiriyoruz, istersek yeni araçlar alıyoruz. Ayrıca ilerledikçe yeni pistler ve kilitli olan araçlar açılıyor. Yalnız şunu söylemekte fayda var; Başarı sağlamak sadece yarışı birinci bitirmekle olmuyor. Yarış esnasında rakip araçlara çarpmak, onları yolun dışına itmek, onlarla cebelleşmek bizlere ekstradan puanlar kazandırır. Yarışların sonlarında en saldırgan, en usta, en hızlı gibi belli kriterler var ve bunlarda önemli artılar sağlıyor. Oyunun ana bölümü burası. Şahsen ben en çok bu bölümde eğlendim. Kasabalarda hurda araçlarla rakiplerle çarpışırken, şehir merkezlerinde lüks arabalarla hız tutkunu olabiliyoruz.



‘Carnage Mode’

Serinin önceki oyunlarında bulunmayan ve Ultimate Carnage’nin yeniliklerinden biri olan bu modda sırasıyla karşımıza çıkan yarışlarda mücadele ediyoruz, ancak araçları kendimiz seçemiyoruz. Her yarış için ayrı araç veriliyor bize.

Live’

İnternet üzerinden oynadığımız bölüm. Rakiplerimizi kendimiz seçebiliyoruz. Sadece yarışlar değil aynı zamanda turnuvalarda düzenleyebiliyoruz. Ayrıca son zamanlarda bir çok oyunda karşımıza çıkan ‘Online Ranking’ bu oyunda da mevcut.

‘Single Events’

Flatout Ultimate Carnage’de farklı farklı 4 yarış türü var. ‘Race’ olarak geçen normal yarış bunlardan ilki. Flatout’un bildiğimiz kuralları içinde yarış yapıyoruz. ‘Derby’ benim favorim ve eminim siz de çok seveceksiniz. Sürücüler araçlarıyla tam anlamıyla savaşıyor. Herkes birbirine çarpmaya çalışıyor. Araçlar patlıyor. En sona kalabilen mücadeleyi kazanmış sayılıyor. ‘Stunt’ da ise bir çeşit gösteri sunuyoruz. Sürücümüzü ön camdan fırlatmak suretiyle belirtilen hedeflere göndermeye çalışıyoruz. Ve son türümüz de ‘Time Trial’. Burada da pist rekorlarını kırmaya çalışıyoruz.

İşte ‘Single Events’ bölümünde bu saydığım yarış türlerinden istediğimizi oynayabiliyoruz. Tek yarışlık sistemler var burada, yani kariyer gibi devamlılık arz eden bir bölüm değil.

‘Party Mode’

Bir bilgisayar üzerinden arkadaşlarınızla bu bölümde mücadele edebilirsiniz. Tabi ki tek tek yarışmak durumundasınız, aynı anda maalesef yarışamıyoruz.( Nerede o NFS 2’ler). 8 kişiye kadar oynanabiliyor. Genelde sürücü fırlatma yarışları çok kişiyle daha zevkli oluyor.

Oyunun grafikleri bizi memnun eden en önemli kısımlardan biri. Çevre detayları, atmosfer, araç modellemeleri, pistlerin dizaynı ve yollar gerçekten iyi olmuş. Yarışlar esnasında yerden kalkan toz toprak, önümüzde uçuşan parçalar, su sıçramaları, bunların hepsi yarışı daha da zevkli hale getiriyor. Çevre de bulunan neredeyse her şey etkileşim içinde, çarptığımız yerler yıkılıyor, parçalanıyor ve yola sıçrıyor. Patlamalar da çok iyi. Benzin istasyonuna hızla girip tosladığımız an her yer alev alıyor. Hızla giderken bir yere çarptığımızda sürücümüz ön camdan fırlayabiliyor.

Ses efektleri de tatmin edici. Yarışlar esnasında çalan müziklerin yanında, motor, çarpışma ve patlama sesleri de insana yarışı gerçekten yaşıyormuş gibi hissettiriyor. Toprak bir zeminin üstünden geçerken kaldırdığımız toprak parçasının bile sesini duyabiliyoruz.

Savaş Aletlerimiz

Kullanacağımız araçlar 3 sınıfta toplanmış. ‘Derby Class’ hurdaya benzer araçları bulunduran kategoridir. Bu araçlar yavaş ve ucuzdur fakat çarpışmalar ve ikili mücadeleler için güçlüdürler. ‘Race Class’ta daha hızlı araçlar bulunur. Bu araçlar da güçlüdür ve biraz daha pahalıdırlar. ‘Street Class’ içinde olan arabalar modifiye ve spor tarzdadırlar. Çok hızlı olmalarının yanında fiyat olarak da epey dolgunlardır. Güç bakımından biraz zayıf kalabilirler.

Bu araçları seçerken girdiğimiz yarışın türüne dikkat etmeliyiz. ‘Derby’ yani benim deyimimle meydan savaşında spor bir arabayla mücadele etmek intihar anlamına gelebilir. Yada hız gerektiren yarışlarda güçlü ama hantal araç kullanmak bizim için pek de iyi sayılmaz. Aynı zamanda araç seçerken aracın ait olduğu sınıfın yanında bir de aracın kendi özelliklerine bakmamız gerekiyor. Her aracın azami hız, hızlanma, yol tutuş, güç, ağırlık gibi özellikleri bulunuyor. Bunlara dikkat ederseniz rakiplerinizin korkulu rüyası olabilirsiniz.

Araçlarla ilgili son vermem gereken bilgi de nitroyla ilgili. Oyun sırasında aracımızla ne kadar çok hoplayıp zıplarsak ve ne kadar saldırgan olursak nitromuz o kadar artar. Ayrıca rakibinizi ekarte etmek istiyorsanız, önce nitroya yüklenip daha sonra rakibinizin aracına çarparsanız istediğiniz sonucu en iyi biçimde alırsınız.

Ara yüklemeler hiç uzun sürmüyor. Ara yüklemeler esnasında rakip sürücüler, pistler ve yarış türleri hakkında bilgiler veriliyor. Bir de yarışlarımızı bittikten hemen sonra tekrar izleyebiliyoruz.

Flatout Ultimate Carnage’nin eksikleri az da olsa var. Serinin eski oyunlarındaki, özellikle Flatout 2’deki birçok pist aynı. Yeni birkaç tane pist mevcut. Oyunda bulunan farklı araç sayısından da memnun olamayabilirsiniz. Araçların çoğu eski oyundan kalma. Yapım menü olarak aynen X360’tan kopya edilmiş. Menüde konsol kontrollerini görmek mümkün. Oyun içinde birkaç ufak hataya da rastlamak mümkün.

Motorun Kapanışı

Flatout Ultimate Carnage’nin bizi bir yıl beklettikten sonra çıkması beklentilerimizin artmasına sebep olmuştu. Oyun, beklentilerimiz yüksek de olsa beni tatmin etti. Eğlenceli oyun yapısı, kaliteli fizik motoru, hoş görsel efektleriyle kendisini size beğendirebilir. Hoş vakit geçirmenizi sağlayacak bu oyunu almanızı tavsiye ediyorum, pişman olmasınız.

 

Oyunun Test Edildiği Sistem

AMD Athlon 64 X2 5200+ 2.7 Ghz

MSI K9AGM3 690G DDR2 Anakart

Kingston 2 GB 800 Mhz DDR2 Ram

Palit Geforce 8600GT 512 MB 128bit DDR2

-----------------------------------------------------

ASSASSİN'S CREED



Uzun bir bekleyişten sonra nihayet elimize geçti Assassin’s Creed (kısaca; AC). Prince of Persia serisinin yaratıcısı Ubisoft’un (Zaten AC’in kutusunu ilk açtığımızda burnumuza Prince of Persia kokusu gelmekte), bu projenin de altından kolayca kalkabileceğini ve son derece güzel bir eser çıkartabileceğini tahmin ediyorduk. Güzel tanıtımlarla o kadar çok heyecanlanmıştık ki, onu beklerken zaman geçmez oldu. Bakalım AC, sabırsızlıkla geçirdiğimiz zamanlara değdi mi?

Oyunu ilk açtığımızda bulanık bir ekran, hareket eden insanlar, bir yeri resmeden görüntülerin ekranda belirip kaybolması, bir delinin bizi iteklemesi gibi ilginç manzaralarla karşılaşıyoruz. Garip garip sorular kafamızda dolaşırken, kâbustan uyanmış gibi Animus adındaki makinenin içinden fırlıyoruz. Hemen ardından ise bu sefer "Animus adındaki makineye nasıl girdim?", "Bu bilim adamları kim?", "Neden beni buraya getirdiler?" gibi sorular kafamızı kurcalamaya başlıyor. Fakat merak etmeyin, hepsinin cevabını bulacağız.

Öncelikle oyunda iki boyutlu senaryo var. Bu senaryodan bahsedelim biraz. Desmond Mile adında, sıradan ve zor bir yaşama sahip olan bir barmeni canlandırıyoruz. Bu sıradan yaşamını, olağanüstü bir hale sokacak olan şey, Altair adında bir atasının olmasıdır. Bilim adamları Altair adındaki, 1100’lü yıllarda yaşamış bir suikastçı hakkında bilgi toplamak istiyorlardır. Bu yüzden onun soyundan gelen birilerini bulmalıdırlar. Bulduklarında ise, bu kişiyi Animus adındaki makine sayesinde, Altair’den kalan hafıza yapbozunu tamamlaması için görevlendireceklerdir. Kısa zamanda da aradıkları kişiyi bulurlar. Bu kişi sizin de tahmin edebileceğiniz gibi Desmond Mile’dır...

Animus, Desmond Mile’ın Altair adındaki atasının anılarıyla senkronize olmasını ve onun yaşadıklarını yaşamasını sağlıyordu. Bu sayede 1100’lü yıllarda, Al Mualim önderliğindeki bir suikastçı topluluğuna üye olan Altair’i yeniden canlandırabilmekteyiz. Altair de torunlarından biri olan Desmond Mile gibi zor günler geçirmektedir. Başına buyruk hareketleri yüzünden Al Mualim önderliğinde olan topluluktaki yetkilerini kaybetmiş durumdadır ve bu yetkilerini ve saygınlığını geri kazanmak için yapması gereken bir görevi vardır. Al Mualim’in ona verdiği listede bulunan 9 kişiyi öldürmek.

Şimdi de AC’nin geçtiği zamana şöyle genel bir bakış atalım: AC, 1191 yılında geçmekte. Bildiğiniz gibi bu yıllarda Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında, Kudüs için büyük bir çekişme var. Altair ile öldürdüğümüz kişiler gerçekten yaşamış insanlar. Ve bu insanları öldürme sebebimiz, Altair’in de içinde bulunduğu topluluğun Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasındaki çekişmeyi en aza indirmek istemesidir. Biz de bu amaç uğruna oyundaki 4 tarihsel şehirde gezecek, bu şehirlerde öldüreceğimiz kişiler hakkında bilgiler toplayacak, suikastlar yapacak, askerlerle kılıç oynatarak askerler tarafından rahatsız edilen sivilleri kurtaracak ve birçok şeyi daha yapacağız.

Senaryoya genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, 10 üzerinde 7,5 verebiliriz. Kaybolan 2,5 değerin nedeni senaryonun kötü olması değil de, bu kadar tarihsel kökene dayanan bir devirde geçen oyunun, çok daha iyi bir senaryoya sahip olabileceğidir. Ama yine de senaryo bizleri asla sıkmayacak.

Oyun gerçekten güzel grafiklere sahip. Bir süre sonra oyunun sadece tekrarlamadan ibaret olduğunu hissettiğimizde bile, grafiklerin bizi oyunu oynamaya iteceğini göreceksiniz. Şehir tasarımları ise gerçekten muhteşem hazırlanmış. Şehirler içerisinde elinize bir şehir kılavuzu alıp turistik geziye çıksanız yeridir. Kiliseler, camiler, şirin evler, pazarlar… Ubisoft bu konuya gerçekten emek vermiş. Özellikle bu büyüleyici şehirler, o şehirlere ilk vardığınızda daha bir büyüleyici oluyor. O yüzden size tavsiye, ilk kez gittiğiniz şehirlerde bırakın görevi, şöyle bir gezin damdan dama atlayarak.


Gelelim yapay zekâya. İnsanlar, bazı komik hatalar hariç, gerçekten güzel kurgulanmış. Çatıda öldürdüğünüz bir okçu yere düştüğünde, aşağıdan çığlıklar kopuyor. Dilenciler sizden para dileniyor. Deliler ise sanki sadece size deli gibi, sokaktan geçen bunca kişiye rağmen bir size saldırıyor. Her şeye rağmen delilerin oyunda var olması oyuna ayrı bir güzellik katıyor. Ayrıca Ubisoft’un öve öve bitiremediği halkla iyi geçinme seçeneğini, o kadar abartılacak bir şey olmasa da yinede işinize yarıyor. Askerler tarafından rahatsız edilen sivilleri kurtardığınız yerlere halktan kişiler toplanıyor ve siz askerden kaçarken size yardım ediyor. Askerlerin elinden ayağından tutup çekiştiriyorlar. Tavsiyem, bu manzara ile karşılaştığınızda bir çatıya çıkıp, ortadaki karmaşayı izlemeniz. Gerçekten hoş bir görüntü ile karşılaşacaksınız. Ayriyeten sizleri etkileyecek bir şey daha; oyunda az da olsa Türkçe cümleler geçiyor. Türk şehirlerine gittiğinizde askerler ve halk Türkçe konuşuyor. Damdan dama atlarken halk "bir tarafını kıracak" derken askerler ise; "gel buraya kâfir" gibi sözler kullanıyor. Özellikle "seni gözüm kapalı bile yenerim" cümlesi ise beni ayrı bir etkiledi.

Oyunun sizi içinde kaybeden ve zamanla kendisi de kaybolan bir atmosferi var. Damdan dama atlamak, zamanla cazibesinin yok olduğunu hissettiğimiz savaş sistemini kullanarak askerlerle çarpışmak, ‘shift’e basarak önünüze geçenleri kibarca iteklemek, suikastlar yaparak şehirde tam bir kargaşa ortamı oluşturmak ve bu suikastları yapmak adına yankesicilik yapmak; önemli konuşmaları dinlemek, belli kişileri yumruk zoruyla sorguya çekmek gibi ön hazırlıklarda bulunmak, "Şehirde nerede ne var?" sorusuna cevap aramak için yüksek yerlere tırmanıp oradan şehre bakmak... İşte bunları ilk yapışınızda, oyundaki bu atmosfer sizleri büyülüyor. Fakat bunları tekrar tekrar yapmaya başladığınızda, sizi büyüleyen atmosfer ortadan kalkıyor. Ve maalesef, oyun boyunca bunları tekrar tekrar yapıyorsunuz.

Bir oyunda suikastçı canlandırılıyorsa, en heyecan verici yeri suikast anıdır. Peki AC bu heyecanı bize ne kadar veriyor? Ubisoft’tan bu konuda çok daha değerli fikirler beklerdim. Mesela suikast yapacağımız alana önceden gidip orası hakkında bilgi sahibi olmak. Sonradan ele geçirebileceğimiz eşyaları suikastın gerçekleşeceği yerlere saklamak, asker kılığına girmek, suikast yapılacak adamların korumalarına rüşvet vermek, kendinize bir yardımcı tutmak, tuzaklar kurmak… Biliyorum, daha da çoğaltabilirsiniz. Ben de çoğaltabilirim; ama ne gerek var, çoğalttıkça üzüleceğiz. AC’de ise yapmamız gereken 9 suikast neredeyse birbirinin tıpa tıp aynısı. Önce gittiğimiz şehirdeki suikast bürosuna uğrayıp, yapacağımız suikast adına yetki alıyoruz. Ardından daha öncede bahsettiğim gibi yankesicilik yaparak, yumruk zoruyla bazı kişileri sorgulayarak, kulak misafirliği yaparak, bazı kişilerin şehirden dışarı çıkmasına yardım ederek ve daha birkaç farklı seçeneğe başvurarak suikast için bilgi topluyoruz. Sonra büroya tekrar geri dönüyoruz ve suikast için izin alıyoruz. İzni aldığımızda ise suikastı yapacağımız yere gidiyoruz. Bu yerlere vardığımızda animasyonlarla öldüreceğimiz kişilerin yaptığı kötülüklere tanık oluyoruz. Sonra da onları öldürmek için doğru zamanı bekleyip görevimizi yapıyoruz. Sonra da kaçmaya başlıyoruz. Fakat suikast anından sonra, alarm çanları çalarken kaçmanın verdiği o neşe de bir süre sonra monotonlaşıyor. Boşluk ve sağ fare tuşuna aynı anda bastığımızda Altair kendiliğinde hoplayıp zıplayacak bir yer bulduğundan, bize pek bir görev kalmıyor ve izimizi kaybettirme yolları da bir süre sonra basit kaçıyor. Yüksek binalarda bulunan, etrafı perdelerle çevrili bir bölüme atlayarak, samanlıkların içinde kaybolarak, iki kişinin oturduğu bir bankın ortasına oturarak ve beyaz giyinmiş insanların içinde kaybolarak izimizi kaybettirebiliyoruz. Daha yaratıcı şeyler olabilir miydi? Cevabınız "Evet", bunu duydum. Peki bir de şu sorumu cevaplar mısınız? "Ubisoft bu daha yaratıcı şeyleri yapabilir miydi?" Sizi bilmem ama, benim cevabım "Evet!". Ama neden yapmadı? Bilinmez.

Oyuna şöyle genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, asla kötü bir oyun değil. Şehirleriyle, yapay zekâ kurgusuyla, kısa bir süre için sizi içinde kaybeden o hoş atmosferi ve daha birçok şeyi ile sektörde daha birçok başarılı rakibi olmasına rağmen oynamaya değer… Ben oynadım ve pişman değilim. Sizlere de tavsiye ederim. Oyunu almak isteyenler, diğer oyunlarda da olduğu gibi en uygun fiyat ve taksit imkanıyla oyunal.com'dan oyunu temin edebilirler.


OYUNUN PUANI:85

GRAFİKLER:95
SES VE MÜZİK:90
OYNANABİLİRLİK:75
ATMOSFER:80

-----------------------------------------------------
CALL OF DUTY 4:MODERN  WARFARE



Er Ryan’ı Kurtarmak filmini izlemeyeniniz yoktur. İşte o filmden sonra yıl geçmedi ki 2. Dünya Savaşı’nı konu almayan bir oyun çıkmasın. Medal of Honor ile başlayan furya, Battlefield, Call of Duty gibi daha hatırlayamadığım onlarca isimle devam etti ve neredeyse 2. Dünya Savaşı’nın oynamadığımız cephesi kalmadı.

Sonunda Call of Duty serisinin yapımcısı Infinity Ward, bu konseptin “eskidiğini” fark etmiş olacak ki, karşımıza yepyeni bir oyunla çıktı. Günümüz zamanını ve yakın geleceği temel alarak, uluslararası vakaları konu edinen yeni Call of Duty oyununun ismi tabii ki bu yüzden “Modern Warfare” olarak revize edilmiş oldu. Güzel kurgulanmış, makul senaryosu ile Call of Duty 4, sadece bir “güncellenmiş devam oyunu” olmaktan öteye gitti. Zira harika çoklu oyuncu desteği ve akıcı tek kişilik hikâyesi ile alanındaki onlarca rakibi ezerek geçebilen bir FPS olmayı başarabildi.

Bu mükemmellikte kötü olan tek bir şey, tek kişilik senaryonun çok kısa sürmesi. Oyun göz açıp kapayana kadar bitiyor. Sıkı bir FPS oyuncusunun son videoyu görmesi 5 saatten az sürebilir. Her ne kadar zorluk seviyesini yükselterek mücadeleyi arttırabilecek olsanız da, bu şekilde düşmanların inanılmaz derecede “ölümcül” olması, eğlenceyi biraz baltalamakta.

Oyunun hikâyesi birkaç değişik açıdan şekilleniyor. Oyuna bir İngiliz SAS birimi olarak, milyonları bir nükleer faciadan kurtarma göreviyle başlanılıyor. Oyun gidişatı gayet açık ve net. Her zaman olduğu gibi ekranın köşesinde bir pusulanız var ve görevinizin yeri burada işaretlenerek size gösteriliyor. Ancak bir noktadan diğerine ulaşmak hiç de göründüğü kadar kolay değil. Zira Ortadoğu ülkelerinde geçen görevlerde evlerden evlere saklanarak ilerlemek ve önünüze rasgele çıkan kişilerle mücadele etmek zorundasınız. Bu da oyundaki hareketin azalmadan devam etmesini sağlamakta. Ancak demin de bahsettiğimiz gibi tam bu nefes kesici görevlerde koştururken bir anda sona ulaşmanız, hevesi kursağınızda bırakabiliyor.

Tabii bu noktadan sonra devreye çoklu oyuncu desteği giriyor. 32 kişiye kadar destekleyen çoklu oyuncu modu, senaryo içerisindeki birçok değişik alanı içeriyor. Sert çatışmalar yapabileceğiniz yerlerden, gizlilik ve keskin nişancılık gerektiren yerlere kadar, 16 tane harita içeren oyunda, 6 tane de çoklu oyuncu oyun stili var. Bunlar klasik Deathmatch, Team Deathmatch, takımların belli yerleri havaya uçurması gereken görev nitelikli “Objective-Oriented”, bölge ele geçirilmesi gereken Capture, silahların daha gerçekçi hasarlar verdiği bir mod ve Quake misali silahların yerden toplandığı bir mod.

Sadece ateş etmeye ve bomba fırlatmaya ek olarak, iyi oynanıldığı takdirde edineceğiniz bazı artı özellikler bulunmakta. Örneğin ölmeden 3 rakibinizi alt ettiğinizde bir UAV kazanıyorsunuz; yani 30 saniye boyunca haritada düşmanlarınızın size yerini gösteren gelişmiş bir radar. Sayıyı 5’e çıkardığınızda hava saldırısı desteği kazanıyorsunuz ki, UAV ile birleştiğinde bu desteğin ne kadar önemli olabileceğini tahmin edebiliyorsunuzdur. Üstesinden geldiğiniz 7. kişi ile birlikte istediğiniz zaman çağırıp düşmanlara ateş açtırabileceğiniz bir helikopter kuvvetiniz oluyor. İşte bu eklentiler tek kişilik senaryoya gerçekten güzel heyecan katıyor.


Oyunda yaptığınız her hareketten tecrübe puanı kazanıyorsunuz. Bu da rütbenizin yükselmesine yarıyor. Rütbenin yükselmesi de oyundaki bazı kilitleri açıyor. Rütbe sınıfları ve getirileri oyundaki en ilginç şeylerden biri. Her rütbenin kendine has silah çeşidi ve ekipmanı olduğu gibi her atlanılan rütbeden sonra seçebileceğiniz çeşitli “avantajlar” ortaya çıkıyor. Bu avantajlar size oyunda çok değişik olanaklar sağlıyor. Ölmeden önce bir bomba sallamanız ya da suratınıza bir silah doğrultulmuşken kurtulabilmeniz bu “avantajlar” sayesinde gerçekleşecek.

Senaryodan, içerikten, oynanabilirlikten bahsettikten sonra tekniksel bilgilerden de bahsedelim. Ancak herkes iyi biliyordur ki Call of Duty ilk çıktığı günden beri standartlar üstündeki grafikleri, modellemeleri, ses ve müzik kalitesiyle ünlüdür. Tabii ki yine bu gelenek sürdürülmüş ve tam da yeni bir Call of Duty oyununa yakışır şekilde üst düzey çalışmalar sergilenilmiş.

Grafikler tek kelimeyle şahane. Açık ve geniş alanların tasarımı, evlerin, kulübelerin, siloların modellemeleri gerçek hayattakileri aratmıyor denilebilir. Oynadığınız bazı yerlerde oluşmuş büyük çukurlar, yıkık dökük evler, patlamış tanklardan atmosferi bire bir yakalıyor ve gerçekten de “burada daha önce çatışma olmuş” havasına kapılıyorsunuz. Gece geçen görevlerde de başarıyla işlenilmiş ışıklandırma sistemi ağızları açık bırakmaya yetiyor. Çünkü bir varil içinde yanan ateşten tutun da, geceyi dev projektörü ile aydınlatan helikopterin varlığı, basit bir ışık efekti kodundan çok daha fazlasını sunuyor. Bu da yapımcıların dinamik ışıklandırma sistemini başarıyla kullandığının bir kanıtı.

Ses ve müzikler de aynı şekilde grafikleri başarıyla tamamlıyor. Uzaktaki bir çatışmanın sesleri hafif ve tok gelirken, fısıldayan rüzgârın, hışırdayan çimlerin, önünüzden geçen dev tankların ve üzerinizden uçan helikopterlerin sesleri insana orada olduğunu hissettirebiliyor.

Call of Duty 4 hakkında söylenecek son sözlere geçelim… Bir oyunun başarılı olabilmesi için oyuncuya iyi bir atmosfer verebilmesi gereklidir. Bunun için lazım olan kombinasyon, başarılı grafikler, etkili ses ve müzikler, oynanabilirlik ve akıcılıktır. İşte bunların hepsi CoD 4’te başarıyla harmanlanmış ve kutusunda paketlenmiş. Belki tek eksiği kısa süren tek kişilik görevleri olsa da, uzunca bir süre multiplayer sınıfında vazgeçilmeden eskitilecektir. Tabii CoD 5 gelene kadar onu eskitebilecek başka bir oyun çıkabilirse...


OYUNUN PUANI:100

GRAFİKLER:100
SES VE MÜZİK:100
OYNANABİLİRLİK:100
ATMOSFER:100

-----------------------------------------------------
DEVİL MY CRY 4



Dolu dolu aksiyona hazır olun!

Capcom karşımıza harika bir Devil May Cry oyunu ile daha çıktı ve bu seferki PC versiyonu için inanılmaz bir atılım gösterdi. Eğer yazın sıcağında zamanınızı geçirecek ve her dakikasında adrenalin hissini alabileceğiniz bir oyun arıyorsanız, size Devil May Cry 4’ü öneriyoruz.

Yalnız küçük bir öneri DMC 4 almaya karar verdiğinizde bilgisayarınız için bir oyun pad’i alırsanız da iyi olacaktır zira diğer türlü, oyunda fare desteği olmadığını düşünürsek, klavye ile rahat oynanmıyor. Oyunun sayılı olumsuz yanlarından birini de söyledikten sonra, ayrıntılı açıklamalara geçebiliriz.

Devil May Cry 4, bir önceki oyun DMC 3’e göre de çok yol kat etmiş ve oyuncuya daha da fazla imkânlar tanıyan bir oyun haline gelmiş. Oyuna başlarken iki ayrı zorluk seviyesinden birini seçiyorsunuz (İleride daha da zor seviyeleri açabilirsiniz). Hatta bilgisayarın otomatik olarak sizin için yapabileceği bazı kombo hareketleri bile seçebiliyorsunuz. DMC serisi ile ilk kez tanışıyor bile olsanız, oyun kimseyi çok zorlayıcı durumda değil; ama tabii çocuk oyuncağı da olmadığı aşikâr. Nihayetinde stilist aksiyonu, muhteşem boss (bölüm sonu düşmanı) kapışmaları ve harika ara sahneleri ile oyun devamlı sizi daha ilerisi için teşvik ediyor.

Yeni kahramanımız Nero ile tanışın...

Devil May Cry’ın karizmatik karakteri Dante, oyunun olmazsa olmazlarındandır. Belirli yerlerde yine Dante’yle oynayabiliyoruz; ama oyunun esas kahramanı bu kez Dante değil. Oyunun çoğunluğunu kendine has özellikleri ve stili olan Nero ile oynuyoruz. Nero’nun da inanılmaz özelliklerinden ötürü Dante ile aynı tipte bir kahraman tasviri ortaya çıkıyor; ancak DMC 4 Nero ile Dante arasındaki ilişkiyi tam olarak açıklamıyor. Biz de buna çok takılmıyor ve Nero’nun bağlı olduğu dini örgüt “The Order of the Sword” hakkında gerçekleri ve Dante’nin bu örgütün liderini öldürmesinin sebeplerini öğrenebilmesi için maceraya atılıyoruz. Ayrıca Nero, sevgilisi Kyrie’nin de izini sürüyor. Senaryo çok fazla çarpıcı şeyler içermiyor. Ama ara sahnelerdeki diyaloglar, kamera açıları, çok gerçekçi animasyonlar ve seslendirmeler kendimizden geçmemize sebep oluyor.

Nero’nun esas özelliği, “The Devil Bringer” olarak bilinen şeytanî kolu... Bu kol sayesinde uzaktaki düşmanları bile yakalayıp çekebiliyor, birkaç kombo hareket sergiledikten sonra da kolayca etkisiz hale getirebiliyorsunuz. İşin güzel tarafı ise bu süreci gerçekleştirmek çok da zor değil ve bu sayede DMC 3’teki savunmaya dayalı anlayış daha saldırıya yönelik hale getirilmiş. Havada ve yerde yapabileceğiniz bu hızlı hareketler sayesinde biraz kanlı görüntülerle karşılaşıyorsunuz. Başlarda bazı manevraların zamanlaması zor da olsa nihayetinde alıştıkça düşmanları The Devil Bringer ile bir çırpıda yakalayıp hallediyor hale geliyorsunuz. Ayrıca Nero’nun bu yetenekli kolu dışında, Dante gibi sahip olduğu hoş envanterleri de var. The Red Queen (Kızıl Kraliçe) isimli kılıç ve Blue Rose (Mavi Gül) isimli Revolver Nero’nun demirbaşlarından; ama oyunda ilerledikçe DMC hayranlarının görünce sevinecekleri başka silahlar da bulunmakta. Nero’nun yararlı tekniklerinden biri de “Exceed” denilen, kılıcın güçlenme yeteneği. Kılıcı savurduktan sonra doğru tuşa basarsanız verebileceğiniz hasar bir hayli artıyor. Fakat zamanlamayı tutturmak çok da kolay değil.

Oyunda ilerledikçe kazanacağınız şeylerden biri de Proud Souls (Gurur Ruhları). Verilen görevlerdeki performansınıza göre kazandığınız bu bonuslarla yeni combolar açabiliyor veya var olanları geliştirebiliyorsunuz ki, bu geliştirmelere ilerleyen bölümlerde zorlaşan düşmanlar sebebiyle gerçekten ihtiyacınız oluyor. Yeteneklerinizi kendiniz seçebileceğiniz gibi, bilgisayar otomatik olarak sizin dövüşme stilinize göre de seçebiliyor. Meraklanmayın, yanlış yapabileceğiniz bir unsur yok; çünkü istediğiniz zaman tüm yetenek puanlarınızı sıfırlayıp en baştan dilediğiniz gibi tekrar dağıtabiliyorsunuz.


Oyunda ara ara gizli görevlerle karşılaşıyorsunuz. Bu görevler sizden belirli bir hareketi yapmanızı veya birçok düşmanı belirli bir zamanda öldürmenizi isteyebiliyor. İkinci ihtimal zor; ama yapılabilir de olsa, istenen bazı hareketler sizde henüz mevcut değilse, başka bir zaman buraya tekrar dönmeniz gerekebiliyor. İşin aslı, bu görevleri yapma zorunluluğunuz da yok; ama verdikleri ödüller gerçekten iştah açıcı olabiliyor.

Dante’yi getirin bana!

Oyunun hemen hemen yarısından sonra Dante’nin kontrolünü ele alıyorsunuz. Tabii bir müddet yeni oyun stiline alışmaya çalışıyorsunuz; çünkü Nero’nun The Devil Bringer’ından mahrum kalmak biraz hayal kırıklığı yaratabiliyor. Fakat Dante’nin yeni silahlarına, kombolarına ve 5 dövüş tekniğine alışmak da kolay oluyor. Hele ki Dante’nin silah yelpazesini tamamlayınca, havada değişik silahlarla Nero’ya göre çok daha çeşitli kombolar yapabilmek mümkün oluyor.

Bitmek bilmeyen aksiyonun dışında bazen hafif bulmacaları da çözmek zorunda kalabiliyorsunuz. Bu bulmacalar çok zor olmasalar da kimi zaman terletici derecede şeyler gereksiniminde olabiliyor.

Oyunun rahatsız edici bir noktası, benzer düşman mücadeleleri ve sürekli tekrar edebilen çevre dizaynları. Birçok aşama kalelerde, ormanlarda geçiyor ve Dante’yle oynamaya başladığınızda tüm buraları tekrar ziyaret ediyormuş hissine kapılıyorsunuz. İhtişamlı ve koskocaman alanlarda dolaşmak başlarda göz alıcı olsa da devamlı benzerleriyle karşılaşmaktan ötürü, yeni sahneler görmek için can atar hale geliyorsunuz ve bu da oyunun özgür ve maceraperest ruhunu bir miktar baltalıyor. Oyunun en keyifli anlarından biri olan ve güzel manevralarla oynadığınızda çok hoş görüntüler ortaya çıkan Boss dövüşleri de ne yazık ki yine Dante ile oynarken kendini tekrar ediyor. Tabii Dante’deki farklı dövüş stilleri ve silah çeşitleri sayesinde, ayrı tecrübeler elde etmiş oluyorsunuz.

Kamera arkası...

Konsollarda yeterince güzel görüntülere sahip olan DMC 4, PC versiyonu ile de yeterince göz kamaştırıcı halde. Oyunun hem DirectX 9 hem de 10 desteği var ve iki modda da başarılı bir performans sergiliyor. Karakter animasyonları ve modellemeleri tek kelimeyle şahane. Dante ve Nero seri kombolarını çok gerçekçi animasyonlarla hayata geçiriyorlar. Sesler ise görüntüleri tamamlayıcı nitelikte. Dövüşlerde yeterince etkileyici seslerle karşılaşıyorsunuz ve manevraların hızı ve gücü arttıkça görüntülerle birlikte seslerde de benzeri bir değişiklik sezilebiliyor. Müzikler ise biraz klişe kalıyor. Oyunun hızlı yapısına ayak uydurması için yine eski serideki gibi Heavy Metal türündeki müzikler altta çalıyor fakat bir yerden sonra aynı liste tekrar dönmeye başlıyor.

Çevirim içi lider tablosu imkânı tanımayan PC versiyonu, bunun yerine muhteşem 2 ekleme içeriyor: “Dark Knight Mode” (Kara Şovalye Modu) ve turbo speed (turbo hız). Kara Şovalye modunda etraf sayısız düşmanla dolu oluyor ve çok da zor olmayan bu düşmanlarla bir hayli zaman geçirebiliyorsunuz. Turbo hız ise herhangi bir aşamaya başlamadan aktif hale getirip oyuna girebileceğiniz bir özellik. Bu sayede adından anlaşıldığı üzere oyun hızlı bir hale geliyor ve daha fazla heyecan isteyenlere değişik bir tecrübe sunuyor.

Kapanış...

Şüphesiz çoğunluğun söylediği gibi, Devil May Cry 4 harika bir oyun ve tüm Xbox 360, PC ve PS3 oyuncuları için tavsiye edilebilir bir isim. DMC serisinin hayranları için zaten bir olmazsa olacağı aşikâr; ama hepimiz için de Nero ve Dante’yi oynamak çok keyifli bir tecrübe olacaktır... İyi oyunlar...


OYUN PUANI:91

GRAFİKLER:95
SES VE MÜZİK:90
OYNANABİLİRLİK:90
ATMOSFER:90

-----------------------------------------------------
PRİNCE OF PERSİA THE SANDS OF TİME



Yıl 1989... O zamanların basit ve monoton oyunlarına bir perde çekip gerçekçi insan hareketleriyle eğlenceli bir oyun yapmak isteyen bir programcı: Jordan Mechner. Bu adam, oyundaki karakterlerin hareketlerini gerçekçi kılabilmek için motion-capture dediğimiz tekniğin çok basit bir örneğini yapıyor. Üzeri kablolarla dolu özel bir kıyafet üreterek, bunu kardeşine giydiriyor. Kardeşini koşturuyor, duvarlara tırmandırıyor, engellerden zıplatıyor ve tüm bu hareketleri bilgisayara geçiriyor. Bir de konu seçip programlamaya başlıyor. İşte böylece Prince of Persia (Bundan sonra PoP diyeceğim) doğuyor.

Çıktığı ilk yıllarda büyük ilgi gören PoP, oyun sektöründe büyük adımlar atılmasını sağlayan önemli bir oyundur. O zamanlarda oyun sektörüne pek yatırım yapılmıyordu. Oyunları alanlar tek tük bilgisayar hastalarıydı. Kısacası oyun sektörü gelecek vaat etmiyordu. Ama PoP’un çıkması ile insanlar oyunlara ilgi duymaya başladı, bu sektöre daha çok yatırım yapıldı ve sektör bugünkü halini aldı. Tabii bunda sadece PoP’un etkisi yok, diğer klasiklerin de hakkını yememek lazım. Şimdi o klasikleri yazmaya kalkarsak… Neyse, biz konumuza devam edelim. Büyük bir ilgi gören oyunun devamının çıkması tabii ki kaçınılmazdı. 1993'te PoP 2 çıktı ve oyunun eski fanatiklerine yenileri eklendi. Bundan tam 6 yıl sonra, 1999'da, PoP 3D çıktı ve prensin teknolojiye ayak uydurmakta olduğunu gösterdi. Yıl 2003 ve prensimiz muhteşem bir geri dönüş yaparak kendi türündeki oyunlara oyun nasıl olurmuş gösterdi.

PoP: The Sands of Time’ın konusu serinin önceki oyunlarına göre biraz değişik. Sevgili prensimiz Zaman Hançeri'ni çalıyor. Vezir, gizli planlarını uygulamaya koyuyor ve prensi kandırıp hançer ile sihirli Kum Saati'ni açmasına neden oluyor. Kum Saati açılınca içindeki kumlar yaşayan canlıların içine giriyor ve bu canlılar bir bakıma zombi oluyorlar. Ama bu kumlar prensin, vezirin ve Farah'ın (Mısır Majestesi'nin kızı) içine giremiyor. Prensin ve Farah'ın yapması gereken, bir yolunu bulup bu korkunçluğa son vermek.

Oyunumuz 2 CD. Oyunu kurduktan sonra ilk CD’deki ekran kartı sürücülerimizi ve DirectX 9’u yüklüyoruz. Oyunu açıyoruz, güzel bir video seyrettikten sonra profilimizi yaratıp New Game’i seçiyoruz. Menü ortadan kalkıyor ve yakışıklı prensimizi kontrol etmeye başlıyoruz. Kapıdan içeri giriyoruz ve sonunda oyun başlıyor. Yolunuza devam edin ve alttaki küçük yardımları uygulayın. Bu yardımlar başlangıçta oldukça işinize yarayacak ve kontrollere büyük ölçüde ısınacaksınız. Hangi durumlarda hangi hareketi kullanmanız gerektiğini de bu yardımlarla öğrenebileceksiniz. Burayı yavaş yavaş oynayın; çünkü çok fazla hareket çeşidi var ve her birini farklı zamanlarda kullanmanız gerekecek.

Prensimiz üstün dövüş kabiliyetlerine sahip. Ayrıca akrobaside de ustalaşmış biri. Mesela çok uzun zıplamalar yapabiliyor, ya da duvarda uzun bir süre yürüyebiliyor (Nedense aklıma Matrix geldi). Bu akrobasi yeteneğini dövüş yetenekleriyle birleştirip düşmanlarını kolayca yenebiliyor. Ama sadece fiziksel güç yetmiyor. Oyun, karşınıza çözmeniz gereken bulmacalar da çıkarıyor. Yerden dikenlerin çıktığı yerler ve yolunuzu kapatan her tür bariyeri geçmek için biraz zekanızı kullanmanız gerekecek. Mekanizmaları harekete geçirmek, manivelaları aktif etmek için de fiziksel gücünüzün bir önemi kalmıyor. Dövüşlerde de taktiğin büyük önemi var. Düşmanların arkasına geçip saldırmak, duvardan kendinizi iterek atak yapmak... Bunlar dövüş taktiklerinden örnekler. Tüm bunlar oyunda zekanın önemini gösteriyor.

Oyunda dövüşler gerçekten eğlenceli. Zıplama tuşuyla yapılan hareketler farklı kamera açılarıyla gösterildiği için oyuncuları bayağı etkiliyor. Ama dövüşler çok kolay. Üzerinize bir ordu gelse yine de hepsini alt edebilirsiniz. Zaten öldüğünüzde de zamanı geri sarıp (ileride anlatacağım) yaptığınız hatayı tekrarlamazsınız. Oyunda asıl önemli olan ve en çok zamanınızı alan duvardan yürüme, duvardan duvara zıplama, kolonlardan tırmanma vs. gibi akrobatik hareketler. Ama bunlar görsel olarak o kadar güzel süslenmişler ki tüm bunları yaparken büyük zevk alıyorsunuz. Bir de yeri gelmişken söyleyelim, canınızı su içerek dolduruyorsunuz (nasıl bir sudur bu böyle?).


Bir de oyunda çok önemli olan hançer var (yukarıda bahsetmiştim: Zaman Hançeri). İçine kum giren zombileri sadece bu hançer ile öldürebiliyorsunuz. Hançer zombilerin içindeki kumu alıyor ve zombi yok oluyor. Ayrıca bu hançerle zamanı yavaşlatabilir (zaman yavaşladığında hareketleri daha kolay yapabiliyorsunuz ve yine aklıma Matrix geldi), zamanda geriye gidebilirsiniz. Bunları yapmak için de hançerin şarjının dolu olması gerekiyor. Şarjı doldurmak içinse ya bu zombileri öldüreceksiniz; ya da bazen karşınıza çıkacak olan sarı ışıkların üzerinde hançerinizi kullanacaksınız (Hançeri kullanmak için E tuşuna basmanız yeterli). Peki zamanda niye geri gideceğiz? Mesela bir yerden atlarken yere düştünüz, ya da dövüşürken taktik hatası yapıp öldünüz; hemen R tuşuna basılı tutuyoruz ve zamanı geriye sarıyoruz. Bu özellik oyunda çok işimize yarıyor.

Prensimiz aslında bir hikaye anlatıyor ve biz bu hikayeyi oynuyoruz. Mesela bir filmde biri anılarını anlatırken o sırada yaşadıklarını gösteren siyah-beyaz bir film girer araya. Bu da onun gibi bir şey; prens anlatıyor, biz de daha önce yaşanmış olayları oynuyoruz. Hatta oyunda öldüğünüzde prens “Burası böyle değildi, baştan anlatayım” gibi şeyler söylüyor. Bu özellik oyuna akıcılık kazandırıyor ve atmosfere küçük bir katkısı oluyor. Atmosferden bahsetmişken, oyun 17. yüzyılın İran’ında geçtiği için bu yer ve zamana uyumlu bir atmosfer olması gerekirdi ve bunu UbiSoft çok güzel bir şekilde yapmış. Bina tasarımları, karakter modellemeleri, müzikler ve diğer küçük etkenler atmosferi harikulade kılıyor.

Gelelim grafiklere. Bence son zamanlarda çıkmış en iyi grafiklere sahip oyun. Grafikler o kadar muhteşem ki, kendinizi oyunun bir parçası gibi hissediyorsunuz. Renkler o kadar uyumlu olmuş, animasyonlar o kadar yerinde kullanılmış, ayrıntılara o kadar önem verilmiş ki, bunları oyunu oynadığınızda siz de görmüşsünüzdür ya da göreceksiniz. Su içinde ilerlerken etrafa sıçrayan sular, sudan çıktığınızda üzerinizden damlayan su tanecikleri, çimenlik bir yerde koştuğunuzda etrafa saçılan küçük yapraklar, duvarda yürürken bastığınız yerlerde çıkan tozlar, ışığın şiddetine ve yönüne göre değişen gölgeler… Tüm bu ayrıntıları görmek için de tabii ki iyi bir ekran kartına ihtiyacınız var. Oyun MX ekran kartlarında maalesef çalışmıyor, GeForce 4 Mx 440 dahil (tamam, üzülmeyin).

Oyunun sesleri de başka bir güzellik. Ses efektlerini mükemmel yapmışlar. Örneğin prens ıslak olduğunda yürürken çıkardığı ses ile normalde çıkan ses farklı. Ya da prens farklı yüksekliklerden düştüğünde farklı sesler çıkarması da ses efektlerine ne kadar önem verildiğinin bir göstergesi. Farklı hareketlerde farklı ses efektlerinin kullanılması, farklı zamanlarda farklı müziklerin çalması çok hoş olmuş. Mesela normal çalan müzik, karşınıza düşmanlar çıktığında birden değişiyor ve size cesaret veriyor. Farah ile prens arasında geçen diyaloglar da yerinde kullanılmış ve hatta bazen bu diyaloglar ilginç olabiliyor (Prensimiz Farah’ı etkilemek için komik olmaya çalışıyor).

Kısaca Prince of Persia: The Sands of Time, grafikleriyle, sesleriyle, müzikleriyle, akıcılığıyla, atmosferiyle harikulade bir oyun. Böyle bir harikayı kaçırmanızı hiç tavsiye etmem. Gerçi yüksek ekran kartı gereksinimi oyunun bazılarınızda çalışmamasına neden olabilir ama 100-150 milyon arası çok güzel ekran kartları var. Biraz para biriktirip hem bu oyunu oynayabilir hem de bundan sonra çıkacak oyunları oynayabilirsiniz. Umarım herkes bu harikayı oynama imkanına sahip olur.


OYUN PUANI:94

GRAFİKLER:90
SES VE MÜZİK:95
OYNANABİLİRLİK:93
ATMOSFER:97
-----------------------------------------------------
PRİNCE OF PERSİA WARRİOR WİTHİN



Ubisoft, bir zamanlar deli gibi oynadığımız, arkadaşlarımıza anlata anlata bitiremediğimiz “Prince of Persia”nın yayın haklarını satın alarak, hayranlarına en büyük iyiliği yapmıştı. Zira, “Sand of Times”da yakaladığı başarıyı sürdürmek ve prens hayranlarının coşkusunu körüklemek en doğal hakkıydı. Efsane ölmedi, şekil değiştirdi dercesine, prens yeniden karşımıza çıkıyor. Bu defa genç karakterinden sıyrılmış; artık daha olgun, daha güçlü ve daha acımasız.

Yeni oyunumuz “Prince of Persia - Warrior Within” (PoP-WW), “Prince of Persia - Sand of Times”da anlatılan hikayenin bittiği yerden başlıyor. Eğer ilk oyunu oynamamış olsanız bile kaybınız pek de büyük değil. Sand of Times‘da prens, kötü bir büyücünün oyununa alet olup, Hint prensinin bulduğu dev bir kum saatini açarak etrafa kötü ruhların yayılmasına sebep olmuştu. Uzun uğraşlardan sonra tekrar kum saatini kullanarak zamanı olayların en başına geri almış ve büyücüyü öldürerek işleri yoluna koymuştu. Ancak, hiç de öyle olmamıştır. Çünkü kum saati bir kez açılmıştır; durdurulması mümkün değildir. Ve onu açan ölecektir. Aradan yıllar geçer ve prens savaş konusunda oldukça tecrübe kazanır; ancak kabuslarında sürekli bir şeyden kaçmakta ve korkuyu içinde hissetmektedir. Prens olanları öğrenmek için yaşlı bir büyücüye danışır. Büyücü, Hint Prensinin yaptırdığı ve kum saatinin saklandığı dev sarayı, zamanda geriye gitmeyi sağlayan zaman tünellerini, kabuslarında kaçtığı şeyin Dahaka adında durdurulamaz bir zaman bekçisi olduğunu anlatır. Oraya giden orduların geri dönmediğini ve prensin de öleceğini söyler. Büyücü gelecekle ilgili birkaç ipucu daha verdikten sonra, bu yolculuğun sonunun asla iyi bitmeyeceğini ve hiç kimsenin kendi kaderini değiştiremeyeceğini anlatır. Prens ise burada ölümü beklemektense gemiye atlayıp, kumun ve kötülüğün doğduğu yere doğru yolculuğa çıkar. Artık geri dönülmez bu yolculukla prens, sarayda en kötü kabusundan kaçacak, kendiyle yüzleşecek ve kaderini değiştirmek için yol arayacaktır.

PoP-WW‘nun grafiklerini ilk gördüğünüzde hayal kırıklığını uğramanız olası. Çünkü Sand of Times’da kullanılan grafik motoru yerine farklı bir grafik motoru kullanılmış. Özellikle oyunun ilk görüntüleri rahatsız edici durumda. Yine de oynadıkça ve diğer bölümleri gördükçe zamanla alışıyorsunuz. Grafiklerin eskisinden farklı olması kötü olması anlamına gelmiyor. Eskisi gibi yumuşak ve parlak grafikler yerini biraz daha hızlı ve ayrıntılı görüntülere bırakmış. Galiba dövüş sistemindeki köklü değişiklikler oyun grafiklerini değiştirme zorunluluğuna itmiş. Hatta yeni grafik sistemi oyundaki oynanabilirliği de biraz iyileştirmiş. Mesela eskiden duvardan zıplamak ya da kalabalık düşman kitlesinin içinde hareket ederken daha ağır, yavaş ve zor hareket edebiliyorken şimdi daha kolaylaşmış. Mekanlar ve dış mimari çizimlere ise diyecek yok. Her biri ustalıkla tasarlanmış ve çizilmiş mimari şaheserler gibi. Oyunun senaryosu gereği mekanların iki farklı şekilde çizildiğini düşünürseniz daha da hayran kalıyorsunuz. Yani oyunda hemen hemen her mekanın bir eski ve yıkılmış hali, bir de yeni hali, ayrı ayrı betimlenmiş. Karakter çizimleri, animasyonları da sorunsuz ve çeşitlilik gösteriyor. Fakat bazen ara demolarda yapılan yakın çekim görüntülerinde mimik ve yüz hareketlerini görebilmenize rağmen bazı bozukluklar dikkat çekiyor. Oyunun ışık, sis, buğulanma ve gölge gibi efektleri de fena değil. Tüm grafik detaylarını açtığınızda tam bir görsel şova şahit oluyorsunuz. Bir de, daha önce hiçbir oyunda rastlamadığım, ışığa yaklaştıkça büyüyen ayrıntılı bir gölge sistemi mevcut ki, bazen olmadık yerlerde kendi gölgenizi bir şey zannedip tüylerinizi ürpertebiliyor.

Standart ses efektlerinin yanı sıra bazı aksiyon anlarında duyduğumuz metal tarzı tek tip bir müzik mevcut oyunda. Ses efektleri yerinde ve doyurucu; fakat müzik için aynı şey söylenemez, insan farklı müzikler de duymak istiyor. Dövüşler sırasında prens ve rakiplerinin karşılıklı sözlü sataşmaları da, sade kılıç sesleri arasına renk katıyor. Seslerdeki tek kusur ara demolardaki konuşmaların bazen görüntülerle uyuşmazlık göstermesi. Bir de zamanı yavaşlatma, geriye alma gibi


PoP-WW’de öncesine nazaran yönlendirme problemleri biraz daha iyileştirilmiş. Standart üçüncü şahıs gözüyle prensi yönlendiriyoruz. Çevreye genel bakış ve kendi gözümüzle bakış gibi seçenekler de mevcut; fakat kendi gözümüzle bakmak için olduğunuz yerde durmanız gerekiyor. Bölümlerde ilerledikçe gideceğimiz yeri göstermek amacıyla sabitleşen kamera açısı bazen yönlendirme problemlerine neden olmakta. Bir de prensi yönlendirmede kamera açısının baz alınması, başlarda biraz şaşkınlık yaşamanıza neden oluyor; ancak zamanla alışıyorsunuz. Zaten bol atlamalı zıplamalı, hareketli bir oyun olduğu için prensin akrobatik hareketlerine de bir süre sonra alışmanız ve yapacağınız hareketleri daha seri bir şekilde yapmanız son derece doğal. Prensin çevre ile olan hareketleri de düzeltilmiş. Artık duvarlarda daha rahat sekebiliyor, zıplama ve tırmanma gibi hareketleri daha rahat yapabiliyorsunuz.

“Warrior Within” adının konmasındaki en büyük etken, oyuna eklenmiş olan serbest dövüş sistemi olmuş. Ana silahımız dışında, bulduğumuz ikinci bir silahı da kullanabiliyoruz. Her iki silahı kullanmak için de ayrı tuşları kullanıyoruz. Fakat ister tek, ister çift silah kullanın, farklı tuş kombinasyonlarını kullanarak birbirinden ilginç, etkili ve akrobatik saldırılar yapabiliyoruz. Düşmanları yok etmek için çevreyi daha etkili olarak kullanabiliyoruz. Müthiş anlarda kamera açısı ve ağır çekim gibi kendiliğinden giren ve oyunun verdiği atmosfere renk katan efektlere, tam anlamıyla bir görsellik katılmış. Kısacası dövüş sistemi sayesinde oyun içerisindeki düşmanları yok etmek bir sıkıntı yerine bir zevk haline gelmiş.

Pek çok oyunda senaryo ve mekanlar tek bir düz çizgi halindedir. Yani bir geçtiğiniz yerden bir daha geçmezsiniz. Aynı hikayeyi bir daha yaşamazsınız. Yoksa çabuk sıkılmanız olasıdır. Fakat PoP-WW’da iki şey de oyuncuyu sıkmadan başarılı bir şekilde kullanılmış. Aynı yerlerden geçip, aynı şeyleri yaşayabiliyorsunuz. Fakat, ne senaryoda bir kopukluk oluyor, ne de geçtiğiniz yerlerde yolunuzu şaşırıyorsunuz. Bunu mekanların zekice tasarlanmasıyla başarmışlar. Örneğin bir odada üç farklı giriş ve bir çıkış var. Odaya ilk geldiğinizde diğer girişleri görüp acaba nasıl ulaşabilirim diye düşünüyorsunuz. Farklı zamanlarda farklı girişleri kullanıp tek çıkışla odadan çıkıyorsunuz. Ancak, hikaye dışında oda girişleri arasında dolaşmanız mümkün değil.

Prince of Persia - Warrior Within, serbest dövüş sistemiyle, yeni ve ilginç hikayesiyle, karakter ve gizemleriyle, çevre tasarımlarıyla, görsel şovlarıyla, oynadıkça farklı şeyler bulduğunuz geniş yelpazede düşününce sizi uzun bir süre oyalayabilecek bir oyun. Birkaç sorunu olsa da, bu sorunların bastıracak kadar ayrıntı dolu ve etkileyici. İster daha önce “Sand of Times”ı oynamış olun, ister olmayın, aldığınıza ve oynadığınıza pişman olmayacaksınız.


OYUN PUANI:88

GRAFİKLER:84
SES VE MÜZİK:86
OYNANABİLİRLİK:88
ATMOSFER:92


-----------------------------------------------------
PRİNCE OF PERSİA:THE TWO THRONES



İyi ki bir prensimiz var oyun dünyasında. Her macerası bizi ayrı sürüklüyor ve oynarken aldığımız keyfi, her yeni yapımında vermeye devam ediyor. Bilindiği gibi kendisi çok eski bir dostumuzdur. Amiga zamanından süregelen bir geçmişi var, hatta kendisi o zaman bile motion capture tekniğini kullanarak öncülük etmiştir. Platform olarak başladığı macerası, PC’lerdeki grafiksel ilerlemeye şahit olduktan sonra, 3D aksiyon olarak değişim gösterdi. Sands of Time, Warrior Within derken grafiksel ve oynanış olarak üzerine birşeyler koydu. Özellikle, Warrior Within’in grafikleri son derece güzel gözüküyordu ve başında zevkle vakit geçirmiştik.

Sana hep kapımız açık

Geçmiş ile şimdiyi karşılaştırdığımız zaman bazen gerçekten şaşırıyor ve “Vay be!” demekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Prince of Persia, zaman tünelinde uzun bir yolculuk yaptı ve karşımıza teknolojinin nimetlerinden faydalanarak birkez daha çıktı. Amiga’lardaki Prince of Persia’da yapabildiğimiz basit ve ama göze hoş gelen aksiyonlar ve hareketler varken, prensimiz zamanla yeni yeteneklere sahip oldu; duvarlarda yürümeye, sütunlardan atlmaya ve hatta zamanı bile geri almaya başladı. Yenilikler zamanla abartı olmasa da; oynanış, hoplamalı zıplamalı bulmacalar ve ölümcül tuzaklardan kaçmak için göstermemiz gereken çabalar, Prince of Persia’nın ana damarlarını oluşturuyordu. Hiçbir yenilik olmasa bile bunlar ile uğraşmak, bunun yanında karşımıza çıkan düşmanları da güzel grafikler eşliğinde kesmek, bize bitmek tükenmek bilmeyen bir eğlence sağlamaya yeter de artardı bile.

 
Sinematikler göze hoş geliyor 
 
 
Gelgelelim Prince of Persia ailesine yeni bir üye daha katldı. The Two Thrones, serinin taptaze yeni ürünü, sıcak sıcak servis edilerek karşımıza konu. Genelde seride konsept hep aynı oluyor, prensesin ya da mevzubahis dişi insanın başına birşeyler geliyor ve biz de onu kurtarmak adına türlü tehlikeler arasına dalıyoruz. Bizi kesip biçmek için uğraşan, canlı ve cansız birçok tehlikeye karşı, akrobatik vücudumuzu ve hareketlerimizi kullanıyoruz. Two Thrones’da da bu konsept yine aynı. Başlangıçta bizi kaliteli bir video karşılıyor. Eğer Warrior Within’i normal sonu ile bitirirseniz, bu video’nun başında bu sonu hatırlayabilirsiniz. Gemimiz ile Babil’e doğru yola çıkıyoruz ve olması gerektiği gibi başımıza gelmeyen kalmıyor. Prensesimizle birlikte ilerlemekte olduğumuz gemimiz, saldırıya uğruyor ve denizin dibini boyluyoruz. Buradaki su efekti gerçekten çok hoşumuza gitti. Kendimize geldiğimizde prensesin yanımızda olmadığını görüyoruz. Kendimizi Babil’de bir sahilde buluyoruz ve biraz ilerleyince prensesin, düşmanlar tarafından bulunduğunave alıkoyulduğuna kendi gözümüzle şahit oluyoruz ve gözümüz dönüyor.

İlk olarak grafiklerden bahsetmek gerekirse, bu konuyla ilgili enteresan gözlemlerim oldu. Muhteşem bir video’dan sonra esas oyuna geçtik ve birden bire karşımıza çıkan grafikler, bizi biraz olumsuz yönde şaşırttı. Tabii ki göze hoş gelen 3 boyutlu grafikler var. Ancak, Warrior With’in üzerine hiçbişey konmamış, hatta daha da ilginci, arka planın yanında prensimizin animasyonları biraz yavan kalıyor. Bu durum, Warrior With’inde bile biraz daha iyiyidi sanki. Bu durum bizi biraz şaşırttı, ancak yine de bir aksiyon olarak ele alındığında grafikler yine etkileyici. 3. şahıs görünümünden oynadığımız yapımda, bazı yerleri daha sağlam gözlemleyebilmek adına 1. şahıs ya da kuş bakışı kamera modlarını da kullanabiliyoruz.


Başlangıç bölümü, bize hareketleri hatırlatmak ya da öğretmek adına hazırlanmış. Bir tarafdan ilerlerken, diğer yandan da oyunda uygulayabileceğimiz akrobatik hareketleri de öğrenmiş oluyoruz. Birbirinden farklı hareketlerimiz var ve neredeyse her çıkıntı, sütun ya da çubuğu kendimize hareket oluşturabilecek şekilde kullanabiliyoruz. Warrior Within’den sonraki zaman zarfında prensimize yeni hareketler de öğretilmiş. İki duvar arasında süzülme, hançerimizi ve zincirimizi (az sonra bu konuya da gireceğiz) kullanarak çeşitli yerlere tutunabilme gibi özelliklere sahibiz. Şu meşhur duvarlarda yürüyebilme yeteneğimiz kendisini korumakta. Oyunun hareketleri bize yavaş yavaş öğretmesi ve hatırlatmalarda bulunması güzel olmuş. O kadar çok var ki, büyük mekanlara geldiğimiz zaman kafamızdan çok fazla varyasyon geçiyor ve aslında çok basit yapmamız gereken birşeyi düşünemez duruma gelebiliyoruz. Bu muhtemelen çok sık

başınıza gelecektir. Mekanları iyi araştırmalı ve her türlü çıkıntı ile duvarlar kontrol edilmeli.


2 yönlü karakter

Grafikler biraz detaysız 
Dövüşlerimiz yine klasik. İlk başta elimizde birşey yokken, daha sonra hançerimizi buluyor ve böylece artık dövüşebilecek duruma geliyoruz. Uygulayabileceğimiz çeşitli kombolar ve varyasyonlar bulunuyor. Komboları, oyunu durdurup “Combos” kısmına girerek de öğrenebiliyoruz. Duvarlardan atlayarak, yerde taklalar atarak ya da atma özelliğimizi kullanarak çok çeşitli kombolar üretebiliriz. Düşmanların yapay zekaları çok iyi olmasa da, korunamadığımız durumlarda, bize arka arkaya saldırarak zaman zaman ölümcül hasarlar verebiliyorlar. Özellikle, ok atan düşmanlara karşı çok dikkatli olmak gerekiyor. Havada manevra halindeyken bizi vurduklarında, eğer yükseklerdeysek düşüp ölebiliyoruz. The Two Thrones’a eklenen önemli bir özellik, “Speed Kill” olayı. Bazı durumlarda düşmanlara yaklaştığımız zamanlarda, bir göz işaretiyle birlikte “E” tuşuna bastığımızda speed kill durumu aktif hale geliyor. Bu, düşmanlara arkadan yaklaştığımız ve bizi duymadıkları durumlarda ortaya çıkıyor. E tuşuna bastığımızda prensimiz yaklaşıp düşmanı kavrıyor, işte bu noktada uygun zamanlarda saldırı tuşumuzu kullanmamız gerekiyor. Yanlış yaptığımızda, düşman bizi üzerinden atıyor ve birebir dövüşmek durumunda kalıyoruz.

Prince of Persia’nın klasikleşmiş ölümcül tuzakları da burada yerlerini korumaktalar. Tehlikeli mi tehlikeli, dikenli mi dikenli tuzaklar var. Buralarda, hızlı olmalı ve zamanlamayı dikkatli yapmalıyız. Kimi durumlarda, uygun zamanda duvarda yürümeli, uygun zamanla takla atmalı ya da zıplamalıyız. Sands of Time’dan beli süregelen zamanı geri alma olayları, The Two Thrones’da da aynen yerini koruyor ve büyük önem teşkil ediyor. Yanlış bir hareket yapar, biryerlerden aşağı düşersek, ya da ölürsek, “R” tuşunu kullanarak Rewind yapıyor ve ölmediğimiz kısma gelene kadar oyunu sarabiliyoruz. Tabii bunun için, ilk başlarda biraz ilerleyip “Zaman Kumları”nı bulmamız gerekiyor, ondan sonra bu özelliğimiz aktif hale geliyor. Zor durumda kaldığımızda gerçekten bizim hayatımızı kurtarıyor. Sınırlı sayıda Rewing hakkımız var ve bunları doldurmak için, eşyaları parçalayıp ya da düşmanları öldürüp kumları toplamalı ve Rewind hakkımızı doldurmamız gerekli.

Two Thrones’un en orijinal özelliği ise, başlarda bir süre sonra karşılaşacağımız demodan sonra Dark Prince halini almaya başlamamız. Prensese ulaşmaya çalışırken, biz de yakalanıyor ve zincirleniyoruz. Daha sonra yaşanan kaos’tan sonra vücudumuzdaki dikenli zincirlerden bazıları kopuyor, bazıları ise halen kalmaya devam ediyor. Bu kaos’da, vücudumuzdaki zincirler de etkileniyor ve büyülü hale geliyorlar. İlerledikçe, bizim üzerimizde olan etkileri artıyor ve giderek kararmaya başlıyoruz. Yeni bir hançerimizin olması ile birlikte, artık elimizden zincir atabilir duruma geliyor, bu zinciri akrobasi olarak da kullanabiliyoruz. Bazı sütunlara tutunurken ya da düğmeler için bu zincirimizi kullanmak zorunda kalabiliyoruz. Ayrıca, dövüşlerimizde de sık sık baş vuracağımız bir silah olacak. Ancak, Dark Prince moduna geçtiğimiz zaman bizi bir de olumsuzluk bekliyor. Bu moddayken sürekli olarak gücümüz azalmakta, bunun için devamlı birşeyler parçalatıp zaman kumlarını toplamalı, ya da bol düşman öldürerek, onlardan çıkan kumları almalıyız. Bu sayede hem güç kazanıyor, hem de Rewind hakları kazanmak için gereken kumları toplayabiliyoruz. Bu durumda, hem daha güçlü hem de güçsüz gibi bir durumdayız. Ancak, düşmanlara karşı daha da ölümcül olduğumuz gerçeğini de unutmamak lazım. İlerledikçe oyun bize, yapabileceğimiz birçok şey ve yetenekler öğretmekten de geri kalmıyor.

Öldürdüğümüz düşmanların silahlarını da alabiliyor ve onlara atabiliyoruz. Böyle zamanlarda oluşturduğumuz kombolar da daha fazla hasar verecek. Dark Prince olmaya başladığımız bölümlerde, lağım benzeri bölümlerde mücadele etmeye başlayacağız ve burada karşımıza çeşitli yaratıklar çıkacaklar. Burada da ilginç bir mantık söz konusu. Bu yaratıklar karanlıkta daha iyi görürken, ışığa geldiklerinde kör oluyorlar ve böylece savunmasız kalıyorlar. Onları ışığa çekip saldırmak daha akıllıca olacaktır.

 
Akrobatik hareketlere uygun mekanlar 
 
 
Seslere gelince, gayet iyiler ve zeminlere uygun sesler çıkıyor. Karakterlerin seslendirilmeleri de gayet güzel yapılmışlar. Müzikler, Prince of Persia serilerinden alıştığımız arap ezgileriyle dolu harika müziklerden oluşuyor ve bizi dövüşlerde gaza getirmeye yetiyor. Bunların dışında tabii ufak tefek olumsuz yanları da bulunmuyor değil. Öncelikle, bazı durumlarda düşmanları köşelere sıkıştırdığımız vakit duvardan içeri girme durumları olabiliyor. Ayrıca, Dark Prince olduğumuz zamanlarda, Rewind zamanını dikkatli seçmeliyiz. Eğer, gücümüz çok azken bir hata yapar ve ölürsek, Rewind ettiğimiz zaman da işe yaramıyor, çünkü Rewind’in de bir sınırı var ve tekrar az canımız kalmasına sebep oluyor. Yine de Dark Prince olduğumuz zamanlarda karakterimizin tipinin değimesi ve zincirimizle ölümcül olması, The Two Thrones’u çok daha zevkli hale getiriyor.

Prens bildiğiniz gibi

Kayıt etmek için yine karşımıza çıkan çeşmelerden su içmemiz gerekiyor. Buralarda sadece kayıt edebilmekle kalmıyor, canımız da tamamen doluyor ve taptaze bir biçimde devam ediyor. Genel olarak The Two Thrones, aşırı marjinal yenilikler katmasa da zevkli akrobatik oynanışı ve sürekli yeni birşeyler öğrenmemiz ile birlikte, serinin diğer yapımlarından aşağı kalır bir görüntü sergilemiyor. Daha karizmatik bir hale gelen prensimizi, The Two Thrones’da da görmek gerektiğini düşünüyoruz.


OYUN FOTOLARI:










-----------------------------------------------------
FİFA 2009



EA Sports’un bu son yıllarda resmen çürüttüğü seri Fifa’nın son halkası Fifa 09’da, ‘İşte bu sefer seriyi kurtaracak oyun, bu sefer EA bombayı patlatacak.’ şeklindeki söylemlerimizden nasibini aldı. Evet, bu cümleyi son zamanlardaki her Fifa için kullandık ama tutmadı. EA Sports Electronic Arts’ın önemli ve köklü bir parçası. Bu yüzden Fifa’dan umudu kesmek zor. Her sene büyük bir merakla Fifa oyununu almamız da yine bu sebepten ötürü. Bunun başka bir izahı yok. EA, Konami’den yediği tokadı bir gün bize unutturacak diyoruz ve demeye de devam edeceğiz. Konaminin geçen sene Pes 2008 ile yaşattığı hayal kırıklığı ile Fifa 2008 daha bir ön plana çıkmıştı, özellikle konsollarda. Ancak dediğim gibi böyle bir şeyin olması EA’nın becerisinden değil Konami’nin hatasından kaynaklanıyordu. Geçen sene futbol oyunları açısından sanal dünyada işler iyi değildi. Ben şahsen Pes 6 oynayarak geçirdim geçen sezonu. Peki bu sene nasıl olacak?

Let’s Fifa 09

Fifa’nın ana menüsü aynı tarzda fakat renkler ve dizayn farklı. Menü zaten güzeldi, daha bir güzel olmuş, sade ve kullanışlı. Tema müzikleri her zamanki gibi çok güzel. Fifa zaten bu konuda hep iyiydi. Oyunda arık daha fazla lisanslı lig ve takım mevcut. Türkiye Süper Ligi de dahil 30 tane lig var. Takımların güç seviyeleri yine 5 yıldız üzerinden değerlendirilmiş, takım kimyası, yani kombinasyonu da 100 üzerinden puanlandırılmış. Milli takım sayısı da artmış, yeni ülkeler dahil edilmiş.



Şunu belirtmeliyim ki Fifa oyununu orijinal almayan kişi bir çok şeyden mahrum kalıyor. Adidas Live Season , Chanllenge Mode ve Tournament Mode gibi üç tane seçenek var ve bunlardan faydalanmak için oyunu orijinal almanız şart. Adidas Live Season online, gerçek rakiplerle oynanan bir mod. Bu mod interaktif ligi içinde barındırıyor. İnteraktif lig, lige kayıt olan Fifa oyunlarının birbirleriyle karşılaştığı, takımlar kurduğu bir lig. Dünyanın dört bir yanındaki oyuncular burada sıralanıyor. Yani gerçek bir rekabet söz konusu. Adidas Live Season aynı zamanda oyundaki güncellemeleri de sağlıyor. Bütün bunlar Fifa’nın önemli artılar kazanmasını sağlıyor.

Oyunda kariyer modumuz da mevcut. Bu mod bir önceki Fifa oyunlarında da vardı zaten. İstediğimiz bir takımı seçebiliyor, transferler yapabiliyor, reklam anlaşmaları imzalıyor ve takım değiştirebiliyoruz. Büyük takımlardan başlayabiliyoruz fakat başarımıza göre diğer takımlar bizi istiyor. Takımların lisanslı olması ligleri çok daha keyifli kılıyor.

Futbolcu Olmak

Fifa 2008’den hatırladığımız ‘Be a pro’ seçeneği Fifa 2009’da daha detaylı olarak oyuna monte edilmiş. Be a pro’ istediğimiz takımdan istediğimiz oyuncuyu seçip maç esnasında sadece onu oynatmamızı sağlayan bir sistem. Fifa 09’da tek bir bilgisayardan birkaç kişi bu modu oynayabiliyoruz. Aynı zamanda bir de ‘Be a pro Season’ var ki bunda da yine istediğimiz oyuncuyu seçip onla kariyer yapabiliyoruz. İstersek kendimiz bir oyuncu oluşturuyoruz. Başka takımlara gidebiliyoruz. Bir sezonda 4 oyuncu oynayabiliyor, gamepad yardımı ile. İstatistiklerimiz görebiliyoruz. Her maç sonunda 10 puan üzerinden puan alıyoruz.



‘Be a pro’ moduna 3rd Cam eklenmiş. Yani oyuncumuzu TPS oyunlarındaki gibi yönlendiriyoruz. Bu kamera oyuncumuzun topa göre pozisyonuna odaklı bir kamera. Top bizden uzaklaştığı zaman kamera da açısını büyütüyor ve tüm sahayı görebiliyoruz. Kaleci hariç her mevkiden oyuncu seçebiliriz. Yalnız defans oyuncusu seçtiğimiz zaman işimiz çok zorlaşıyor. Defansı bir an boş bıraktığımızda hemen rakip forvetler cezayı kesiyor.

Her şey çok farklı olacak (mı?)

A, S, D, yani orta, pas, şut, yani Fifa’nın değişmez kuralı. Artık bunu geçmiş zamanla kullanacağız. Çünkü Fifa 09 bizleri kontroller konusunda şaşırttı. Maça başlayacağım sırada santrada S tuşuna bastığımda oyuncum topa dokunmadı. Birkaç kere bastım, A ve D’ye de bastım. Klavyenin kablosunu falan kontrol ettim. Maça başlayamadığım için seyirciler tarafından yuhalandım. Zor anlar yaşadım. Sonra kontrol tuşlarına bakınca gerçeği anladım. Tuşlar baştan aşağıya değişmiş. Bir anlam veremedim tabi EA’nın bunu yapmasına. Neyse ki tuşları klasik haline getirebiliyoruz.

Kontrollerle ilgili sürpriz daha bitmedi. Oyuna mouse da dahil edilmiş. İstersek kontrol şeklini ‘mouse and keyboard’ diye değiştirebiliyoruz.

Mouse and Keyboard

Yok canım olur mu öyle şey demezsek ayıp zaten. Nasıl bir şey bu diye merak ediyoruz elbette. Bu yeni sistem hakkında Fifa 09 yapımcıları tutorial tadında bir video hazırlamışlar ancak ben yine de kısaca bahsedeyim: Bu sistemde dediğim gibi mouse da dahil oluyor. W, A, S, D tuşları ile oyuncuları yönlendirirken mouse ‘un sağ, sol tuşları ve ortadaki tekerlek ile de pas orta ve şut eylemlerini gerçekleştiriyoruz. Ekranda küçük bir halka çıkıyor pas, orta ve şutu göndereceğimiz yerleri belirlememiz için. Bu kontrol sistemi başta gerçekten zor geliyor insana ancak alıştıktan sonra klasik sistemden daha faydalı olur diye düşünüyorum. Çünkü paslarınız, istediğiniz yerlere daha yüksek oranla gidiyor. Oyuna daha çok hakim olabiliyorsunuz ancak el çabukluğu çok önemli. Bu sistem güzel ama beğenmeyenler de çıkabilir. Ben şahsen kullanmayacağım.



Eski sistemle mi? Yoo yoo hayır.

Fifa’nın grafikleri önceki oyunlarda pek de öne çıkmazdı. Yani Pes’in grafiklerinin bir üstünlüğü söz konusu idi. Orta sınıf sistemlerle rahatlıkla oynanabilen bir oyundu Fifa. Fakat Fifa 09 kalıpları burada da yıkıyor. Artık Fifa’yı yüksek grafik seviyesiyle oynamak için çok iyi bir sisteme ihtiyacınız var. Grafikler çok iyi. İstediği sistem gereksinimlerinin hakkını veriyor. Kaplamalar, oyuncu modellemeleri, stadyum görünüşleri, çimler ve formalar, bunların hepsi muhteşem. Çimler artık o düz yeşil beton gibi değil. Oyuncular koşarken çimden toz toprak bile kalkıyor. Birçok oyuncunun yüzleri eklenmiş oyuna. Suratlar daha gerçekçi. Oyuncuların terini görebiliyoruz. Koşmalar, paslar daha bir hoş. Yapay zeka biraz daha gelişmiş. Oyuncuların güç ve hız farkı artık etkin biçimde oyuna dahil edilmiş. Yani süratli forvet oyuncularına defansların yetişmesi gibi bir durum söz konusu olmuyor. Güçlü oyuncularda ikili mücadelelerde daha avantajlı oluyor. Şutlar biraz daha gerçekçi, uzaktan gol olabiliyor. Ancak bunlar yine de yeterli değil. Fifa bu konuda Pes kadar iyi değil en azından.




Güneşli havalar da stadyum sebebiyle sahanın bir bölümü gölge olur malum. Ben buna güneş-gölge faktörü derim. Bu faktör Fifa serisinde sadece sahaya yansırdı. Yani gölgede bulunan oyuncu ile güneş gören oyuncunun parlaklıkları arasında bu zamana kadar fark yoktu. Pes ise bu farkı Pes 3’ten beri uyguluyor idi. Fifa 09’da sonunda bunun farkına varmış. Artık gölgedeki oyuncular daha bir soluk oluyor. Hava yağmurlu olduğu zamanlarda maç esnasında yağmur hızlanabiliyor, yavaşlayabiliyor veya durabiliyor. Bütün bu detaylar Fifa 09’u biraz daha iyi bir oyun yapıyor.

Sesler zaten mükemmeldi. Seyirci efektleri, tezahüratlar ve spiker bizi hep memnun etmişti bu zamana kadar. Fifa bu alanda Pes’ten hep bir adım öndeydi. Pes 2009 bakalım bu anlayışımızı değiştirecek mi?

Aynı Tas, Aynı Hamam, Aynı Fifa

Öncelikle yukarıda yazdığım bir takım yenilikler buradaki başlığın içine girmiyor ama oyunun büyük bir bölümü burada. Tamam, Fifa 2009 grafikleriyle farklı, kontrolleriyle farklı da, oynanabilirlik ne durumda ? Deve burada hendeği atlayamamış sevgili oyun severler. Top bildiğimiz Fifa serisinin topu. Yani balon, o balon hissi hala mevcut. Özellikle şutlarda ve uzun paslarda çok belli oluyor. Uzaktan gol olabiliyor ancak balon balondur. EA bunu yine becerememiş. Hakemler yine etkisiz amcalarımız. Faul olduğunda, taç olduğunda veya korner olduğunda Pes’teki hakemler el veya kollarıyla işaret ediyorlar. Yan hakemleri de aynı şekilde bayraklarını kullanıyor. Fakat Fifa’da ki hakem amcalarımız bu eğitimi almamışlar. Bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlar sadece. Yan hakemler ellerinde bayrağı süs niyetine almışlar. Gerçi pek bir bayrak gibi de durmuyor, çünkü hiç hareket etmiyor bu bayrak, tahtadan gibi.


İş bunlarla bitmiyor tabi; birkaç farklı atak mevcut ama oyun kendini tekrardan kurtaramamış. Hep aynı pozisyonlar karşımıza çıkıyor. Kurtarışlar, ortalar hep aynı. Bu durum çok kötü. Koşu yolu pasları yine berbat. Doğru ara pası atmak imkansız gibi bir şey. Köşe vuruşlarında hep aynı şeyler oluyor. Oyun içindeki simülasyonlar hala bizim özgürlüğümüzü elimizden alıyor. Oyunculara tam anlamıyla hakim değiliz.

Simülasyonlar; oyuncumuz mesela topa doğru giderken bizle bağlantısı kesiliyor. Biz yönlendiremiyoruz. Aynı şekilde top kontrollerinde de bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Çalım atmak da neredeyse imkansız. Çok hızlı koşarken bir anda adamımızı topla beraber geri çeksek de rakip defans oyuncuları da aynı hızda bizle hareket ediyorlar ki bu da saçma. Maçlarda az pozisyon oluyor. Bunun gerçekçilik durumundan iyi olduğunu söylemeliyim ama oyun zevkini düşürüyor. EA saydığım bu eksikliklere bir çözüm bulmazsa işi zor.



Yani alsak mı, yoksa almasak mı?

Bu soruyu cevaplamak zor. Fifa 2009 beklentilerinize göre değişkenlik gösteren bir oyun. Eğer çok şey bekliyorsanız, yani tam anlamıyla bir futbol oyunu bekliyorsanız Fifa 09 sizi tatmin etmez. Kendi düşüncem şu; ben Fifa 09’u oynamayacağım. Sadece grafiklere yüklenmek futbol oyunu için yeterli değil. Pes 6 oynamaya devam edeceğim. Ancak ‘be a pro’ özelliğini merak edenler ve London Fc gibi uyduruk isimli bir takım yerine Chelsea Fc ile oynamak isteyenler Fifa 09’u oynamalılar. ‘Be a pro Season’ oyunun en güzel yanı.

EA her sene yatıp sadece transferleri güncelliyordu. Bu sene bu değişmiş. EA Sports grafiklere de epey bir yüklenmiş. Ancak futbolun zevki oynanabilirlikte yatıyor. Umarım EA de bunun da farkına varır ve yine umarım Pes 2009 beklentilerimizi karşılar. Yoksa Pes 6’ya devam arkadaşlar.

 

Oyunun Test Edildiği Sistem

AMD Athlon 64 X2 5200+ 2.7 Ghz

MSI K9AGM3 690G DDR2 Anakart

Kingston 2 GB 800 Mhz DDR2 Ram

Palit Geforce 8600GT 512 MB 128bit DDR2

-----------------------------------------------------
PES 2009



Tür:Spor
Yapımcı:Konami
Platform: PS3, Xbox 360, PC,
Çıkış Tarihi: 2008 Sonları
Multiplayer:Network&Online

Bu ayın ortalarında düzenlenecek olan E3 oyun fuarı büyük oyun firmalarının da gövde gösterisine sahne olacak. 2009 içerisinde çıkarmayı düşündükleri oyunların ön gösterimlerini yapacak olan firmalar arasında Konami belki de en çok merak edilenlerden birisi. Pro Evolution Soccer (PES) serisiyle tüm dünyada başta PlayStation olmak üzere oyun konsolları ve PC oyun dünyasında ses getiren firma, milyonlarca hayranı olan oyunun yeni ekran görüntülerini de yavaş yavaş paylaşmaya başladı. Gerçeğe yakın olması adına görsel alanda çalışmalarını hızla sürdüren Konami’nin yayınladığı ilk ekran görüntülerinde dikkat çeken en önemli şey “odaklanma”. Uzaktaki nesnelerin daha bulanık göründüğü görüntülerde oyuncuların üzerindeki detaylar da dikkat çekiyor. Konami tarafından yapılan açıklamaya göre Avrupa çapında PlayStation 3, Xbox 360, PC, PSP ve PlayStation 2 için çıkarılacak olan oyunun 2008 sürümünde online bölümde yer alan bazı sıkıntılar da giderilecek. Yeni hareketler ve kontrol elementleriyle genişletilecek olan oynanabilirlik seviyesi ile PES 2009 yine futbolseverlerin vazgeçilmezleri arasında yer alacağa benziyor.


-----------------------------------------------------
UEFA EURO 2008



 Her sene aynı şeyler görmekten bıktık usandık.Pc’yi her zaman ki gibi es geçip,konsollarda döktürmüşsün.Ya bizde bir hata var,ya da senin çalışanlarında.Ea’nin futbol dediği alakası olmayan oyununu almazsak Ea adam akıllı bir şeyler yapar.Bu sene Pes yeni nesil konsol telaşı ile adam akıllı bir şeylerde yapamadı.Ea yine tek kaldı ve Pc’ye her sene alışık olduğumuz kopyala yapıştır tarzında, birkaç eklenti ile birkaç ufak tefek oynama dışında hiçbirşey yapmayan ve bizlerinde bunları bilerek yine gidip Fifa’yı aldığımız sürece aynen bu şekilde devam edecek.
     
     Her altı ayda bir oyunu yapılan Fifa Pc’lerimizdeki yerini aldı.Hiçbir değişikliği olmayan ülke takımları yerine sadece ülkeler olarak değişen bir klasik Ea tarzı futbol oyunu.Daha büyük değişiklikler beklemiyorduk ama Pc için daha iyisini bekliyorduk.Maalesef yine beklentilerimizin yerine rüzgarda savrulan hayal kırıklıklarımız kaldı.



Oynanış sisteminde herhangi bir değişiklik yok.Aynı şekilde topu alıyorum 4 kişiyi geçiyorum ve gol atıyorum.Takım oyununa gerek kalmıyor.İsviçre ile yaptığım ilk maçta 6 tane attığıma göre oynanış sisteminde hiçbir değişiklik yok demektir.Oynadığım karşı takımda ki futbolcularda aynı şekilde zor durumda kaldıklarında pas veriyorlar.Herhangi bir taktik yapmaya gerek yok.Orta sahadan hep aynı noktalarında bir sürü gol atıyorum.Gol attıkça sıkıntıya giriyorum ancak futbolcuların sevinme şekilleri biraz daha farklı olmuş.Tek fark burada zaten.
     
     Grafikler aynı şekilde Fifa 08 ile aynı.Futbolcular üzerinde uğraşılmamış kopyala yapıştır.Stadlarda biraz değişiklik yapılmış hiçbir şekilde farkına varamıyoruz.Oyun içi değil videolarda oyun sanki biraz daha iyi oluyor.Pes 2008’deki futbolcu modellemelerini gördüğümüz zaman zaten Fifa’daki futbolculara bakmıyoruz bile.Sanki futbolcuların üzerindeki formalarıda zorla giydirmişler.
     
     Sesler bilindik Fifa tarzı.Zaten oyunun tek artısı sesleri.Taraftarlar duruma göre çok iyi tepki veriyorlar.Spiker bazı önemli pozisyonlarda uyusa da genel olarak çok iyi anlatıyor.Zaten futbol oyunlarında ki bana göre tek eksiği şu spikerler.İnsanı havaya sokması lazım Ercan Taner ağabeyimiz gibi gol olduktan sonra bağırmaları lazım.Çok ruhsuz şekilde maçları anlatıyorlar.



incelemeyi çok uzun yazmak isterdim ama maalesef Ea sadece para düşündüğü için adam akıllı futbol yapmadığı sürece böyle incelemeleri kısa tutacağım.Konsollarda ki Fifa’ya herhangi bir sözüm yok ama herkesin konsoluda yok.Ne olacak o zaman Pc eski çağlara devam konsollarda ki müthiş oyuna devam.Uefa Euro 2008’i kesinlikle tavsiye etmiyorum.Fifa 08 oynayın daha iyi hatta Fifa 08 bu oyundan daha güzel.Hem zamana hem verilen paraya yazık.Bu arada unutmadan ekran görüntüleri yeni nesil konsollarda ki görüntüler.Oyunsuz kalmayın, iyi eğlenceler.

 
  Bugün 3 ziyaretçikişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol